• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası

Kayhan Avukatlık Bürosu

DURUŞMADA ETKİLEŞİM RİTÜELLERİ (I)

DURUŞMADA ETKİLEŞİM RİTÜELLERİ (I)

 Av. Fahrettin KAYHAN 


A.         
Etkileşim Mekânı Olarak Duruşma Salonu

Bir ceza davasında duruşmanın nasıl yapılacağı Ceza Muhakemeleri Kanunun üçüncü kitabında açıklanmıştır.  Ancak duruşmanın, nerede yapılacağına ilişkin kanunda açık bir hüküm bulunmamaktadır.  Kanunu bütün olarak inceldiğimizde 54, 68, 183, 191, 204 ve 208. Maddelerinde “duruşma salonu” ibaresinin kullanıldığını, 200.maddesinde “mahkeme salonu” ibaresinin kullanıldığını 203. Maddesinde ise  “salon” tabirinin kullanıldığını görmekteyiz.

Bu sekiz maddenin incelenmesinden duruşma denilen faaliyetin bir “salon”da yapılacağını ve bu salona “duruşma salonu” veya “mahkeme salonu” denildiğini anlıyoruz. Maddelerden yedisinin “salondan çıkabilme,” “hâkim tarafından salondan çıkarılma” fillerine ilişkin olduğunu görüyoruz.

Duruşma adı verilen etkileşim sürecinin geçeceği bu salonun nitelikleri, dekorasyonunun nasıl olacağı,  kanunda veya başka bir mevzuatta belirtilmemiştir.  Örneğin, mevzuatımızda hâkimlerin ve savcıların oturduğu  “kürsü” adı verilen mobilya hiçbir hukuk kaynağında bunmamaktadır.  Şu halde, kanunda geçen salon yahut duruşma salonu, boş bir salon da olabilir.

Bu boş salonun duruşmayı mümkün kılacak şekilde tefriş edilmesi gerektiği söylenebilir. Salonu tefriş edecek iç mimarın en azından Ceza Muhakemesi Kanununu okuyarak, bu kanunda öngörülen “hukuki etkileşimi”  mümkün kılacak bir tasarım yapması beklenir. Duruşma faaliyetinde hazır bulunanların "yüzyüzelik" ilkesi gereği  birbirlerinin yüzünü görebilmesi, sesini duyabilmesi salon tasarımının asgari şartı olsa gerekir. 

Ceza Muhakemesi kanunun 143 (3)  maddesine göre kovuşturma evresinin  her aşamasında avukatın sanıkla görüşme, sorgu süresince yanında olma ve hukuki yardımda bulunma hakkı engellenemez, kısıtlanamaz. Bu açık hüküm gereği müdafinin sanıkla yan yana oturabileceği bir tasarımın olması hukuki bir zorunluluktur.  Keza, “silahların eşitliği ilkesi” iddia ve savunmaya salonda eşit bir alan tanınmasını, okuma, not alma gibi edimlerine olanak sağlamasını zorunlu kılar.  Yine “aleniyet” ilkesi duruşma salonunun aleniyeti sağlayacak miktarda izleyicinin katılımını sağlayacak boyutta olmasını zorunlu kılar.

Ne yazık ki, uygulamada duruşma salonlarının tasarım itibarıyla ceza  muhakemesi hukukunun bir çok normuna aykırı olduğu, savunma hakkı dahil bir çok hakkın mimari yöntemlerle  ihlal edildiğini, duruşma salonlarımızda bir standardın olmadığını  söyleyebiliriz. Hukuksal argümanlarla, mimari bir engeli aşamazsınız. 

B.         
Duruşma Salonundaki  Bedensel Devinimler

Duruşma sırasında duruşmaya katılanlar;  oturmak,  ayakta durmak, yürümek, ayak ayaküstüne atmak, not almak, yazı yazmak, söz istemek için el kaldırmak, su içmek, çay içmek, bir şeyler okumak, telefonla meşgul olmak, burnunu veya kulağını karıştırmak, konuşmak, gülmek, salona girmek, salondan çıkmak, uymak gibi bir çok bedensel devinimlerde bulunurlar.
 
Bunlardan bir kısmı yasal olarak yapılması zorunlu davranışlardır.  Ceza Muhakemesi Kanunun 231 (4)  maddesi gereğince hüküm fıkrası herkes tarafından ayakta dinlenir. Hüküm fıkrası okunurken salonda bulunan herkesin ayağa kalkması ve okuma işlemi bitene kadar ayakta beklemesi kanunun açık emridir.  Keza aynı kanunun 55 (2) maddesi gereğince yemin edilirken herkes ayağa kalkar.  Bu maddelerdeki “herkes” tabirine, hakim ve savcı da dahildir.  
 
Kanunda duruşmaya katılanların uyacağı bedensel mecburiyet bundan ibarettir. Bunun dışında bir bedensel devinim zorunluluğu öngörülmemiştir.  Ancak Kanunun 11 maddesinde “oturmak” sözcüğünden türeme  “oturum” kelimesi geçtiğine göre, duruşmadaki temel bedensel devinimin oturmak olduğunu söyleyebiliriz.  
 
Kanunda, sanığın ayakta sorgulanacağına, tanığın ayakta dinleneceğine, avukatın ayakta sabit durarak konuşacağına dair bir hüküm bulunmamaktadır.  Sanığın, sorgu süresince ayakta durmaya mecbur edilmesi, sorgusu sırasında notlarına, dosyasına bakacak imkanın verilmemesi, avukatıyla iletişim kuramayacağı bir mesafede tutulması sanığın özgür iradesini engelleyici kötü davranma ve yorma şeklinde bedensel ve ruhsal müdahale olarak nitelenebilir (148/1).  Keza, uygulamada yerleşik olduğu şekilde davada taraf olmayan tanığın  dahi ayakta dinlenmesinin hiçbir hukuksal dayanağı yoktur. Ne yazık ki, uygulamada yaşlılar ve çocuklar bile ayakta sorgulanmakta ve ayakta dinlenmektedir. Yaşlı tanığı dinleyen hakimin, tanıktaki ayakta durmasını eziyet haline getiren yorgunluk ve hastalık halinin farkında bile olamayabilmektedir.   Çoğu duruşma salonunda,  salonun ilginç tasarımı nedeniyle avukatlar sanığın veya tanığın sırtını görebilmekte, avukat CMK 201. Maddesi uyarınca sanığa veya tanığa soru yönelirken “sanığın ve tanığın arkasına” hitap etmek durumunda kalmaktadır.
 
Avukatların duruşma salonundaki devinimleri de hâkimler tarafından hukuka aykırı şekilde kısıtlanabilmektedir. Hâkimler, avukatları ayakta savunma yapmaya, sanığa veya tanığa ayakta soru yöneltmeye, kopyala yapıştır yoluyla aldıkları ara kararını ayakta dinlemeye zorlayabilmektedir.  Hukuka aykırı bu emirleri reddeden avukatı CMK 203 (2) maddesinde tanınan yetkiyi kötüye kullanarak duruşma salonunun dışına çıkarabilmektedir.  Oysa avukat, savunmasının gerekli kıldığı ve duruşmanın düzenini bozmayan bedensel devinimlerde (oturarak savunma yapmak, ayakta savunma yapmak, yürüyerek savunma yapmak, sanıkla veya tanıkla yüz yüze iletişim kurabilmek için onlara yaklaşmak vb.)  bulunma hakkına sahip olmalıdır.

Avukatların hukuka uygun hareketleri, hakimlerin alışık olduğu "etkileşim ritüelleri"nin dışına çıktığından bu hareketler "otoritesine" ve "yargısal iktidarına" yönelik bir tehdit veya saldırı  olarak algılanmaktadır.
 
Duruşmada hakimin bedensel devinimlerini gözlemlediğimizde, kürsüde gezinmek, kürsüden aşağıya inerek eli cebinde salonda gezinerek duruşma yapmak, cüppesiz duruşma yapmak, duruşmada çay içmek, telefonla konuşmak, son kararı okurken ve yemin verilirken ayağa kalkmamak,  bağırıp çağırmak gibi hareketlere sık sık tanık olmaktayız.  Keza heyet üyelerinden birinin  veya savcının duruşmanın ortasında hakimden izin almadan duruşma salonundan ayrılabildiğine, ancak avukatın böyle böyle bir davranışının duruşmayı terk olarak değerlendirildiği ve suç olarak değerlenidirildiğine  sık sık rastlamaktayız. 

Ne yazık ki, çoğu zaman hâkim tarafından korunması gereken "duruşma düzeni" onun tarafından bozulabilmektedır. Kapalı yerde sigara yasağının olmadığı dönemde müdafi olarak görev yaptığım bir duruşmada, savcı hakimden izin almadan sigara yakmış, ancak hakim bnu görmezden gelerek müdahale etmemişti. Bunun üzerine biraz bekledikten sonra  ben de hakimden izin almadan bir sigara yakmıştım. Savcıya müdahale etmeyen  hakim, bana sert bir üslupla müdahale etmişti.  Silahların eşitliğini sağlayamadığımız, muhakemede "sigaraların eşitliğini" de sağlayamamıştık.  Tüm bu gözlemler, duruşma salonunda olup bitenlerin, muhakeme hukukunu ve meslek etik ilkelerini  aşacak şekilde yargı iktidarı tarafından  hukuki bir mesele olarak değil,  "bir iktidar ve itaat"" meselesi olarak ele alındığını gösteriyor.  Elias Canetti'nin "Kitle ve İktidar"  adlı eserinde bu tutum özellikle bedensel devinimler açısından  çok güzel bir şekilde analiz edilmiştir. 


Sonuç olarak, duruşma salonların tasarımları hukuka uygun hale getirilmeli,  duruşma salonunda katılanlardan uymaları beklenen yasada ve meslek etiklerinde yeri olmayan, hatta adil yargılanma hakkını ihlal eden kemikleşmiş  “etkileşim ritüelleri”   terk edilmelidir.  

Bunun için bir iletişim bilimcinin  ve/veya sosyoloğun ve bir mimarın duruşmadaki etkileşim ritüellerine elatması gerekmektedir.  Bugüne kadar yapılmayan, ancak yapılması zaruri olan  gerçek hukuk reformu bu olacaktır. 


 
 

 

 

 

 

  
5475 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın
Aktif Ziyaretçi2
Bugün Toplam57
Toplam Ziyaret113846